Adeta Bir İzmir: Yokohama

Japonya seyahati düşleyenler iyi bilir: Tokyo ile Kyoto mutlaka ziyaret edilmesi gereken ilk iki şehirdir. Fakat dünyadaki diğer herkes de aynı fikirde olduğundan bu iki şehir sürekli olarak inanılmaz kalabalık, bu nedenle de bir yerden sonra çekilmez olabiliyor. İşte bu yüzden Tokyo'ya metroyla 40 dakika mesafedeki büyük şehirden uzakta bir sığınak olan Yokohama konulu yazımızı derledik.



Yokohama bir liman kenti ve ticaretin merkezi. Büyük şehirlerde olan Çin mahallesi Japonya'ya Yokohama'da bulunuyor ve ucuz hediyelik eşya ticaretinin merkezini oluşturuyor. Fakat ticari gemiler için önemli bir uğrak noktası olsa da insanlar tarafından nispeten rahat bırakılmış, sakin bir liman kenti Yokohama. Japonya seyahatlerinde Tokyo kalabalığından sıkılmış seyyahlar için günübirlik harika bir kaçamak.

Tüm ülkeyi birbirine bağlayan metro sistemi ile Tokyo'nun merkezinde bulunan Tokyo Station durağından direk Yokohama'ya metroyla ulaşabilirsiniz (Mavi hat direk gidiyor, fakat JR Pass'iniz varsa JR hattı da var). Yalnız tavsiyem Yokohama merkezde değil de Kannai ya da Sakuragicho durağında inmeniz. Böylelikle duraktan inip okyanus manzaralı sahilden yürüyerek Yokohama istasyonuna geçebilir, oradan da Tokyo'ya dönebilirsiniz. Nedendir bilinmez, Yokohama istikametine giden metro (mavi hat) nispeten boştu. Hem bu yüzden hem de sanırım koltukların konforundan epey güzel bir giriş yaptık Yokohama seyahatimize. (Yokohama belediyesi çalışıyor, afferin)



Metrodan çıktıktan sonra bizi masmavi bir gökyüzü ve okyanus kokusu karşıladı. Birkaç gündür maruz kaldığımız Tokyo karmaşasından, koşuşturan insanlardan sonra sahilde avare avare dolanan, martılara yem atan, sakin insanları görmek, okyanusu seyretmek bize çok iyi geldi.


Nedense gezerken sürekli evlenen insanlara denk geliyoruz. Yokohama'da da durum değişmedi ve güzel havayı fırsat bilmiş gelinlikle fotoğraf çeken çiftlere rastladık.


Etraf biraz daha pis olsaydı şu kareyi Eminönü'nde çektiğimi iddia edebilirdiniz, fakat hayır, burası tertemiz sahili, masmavi okyanusu ile Yokohama. Yalnız bizdeki gibi balık ekmek olsaydı hayır demezdik, ne yalan söyleyelim.


Günün ilk yarısını sahilde dolanarak, okyanusu seyrederek geçirdik. Sahilde anlam veremediğimiz derecede lezzetli, fil şeklinde dondurmalar satan bir de dondurmacı vardı, yürürken denk gelince orada da biraz dinlenip dondurmayı tattık. Sanırım buraya özel bir marka, aynı dondurmacıdan başka hiçbir yerde bulamadık.

Sahil epey uzun, fakat sonlarına doğru dondurmacının da olduğu yiyecek içecek satan dükkanlarla dolu tahtadan bir yere varıyorsunuz. Tahtadan bir yer derken burası önce sahilin devamı gibi başlasa da sonradan aşağıdaki fotoğrafa dönüşüyor. Meğer burası uluslararası yolculuk yapan gemilerin iskelesiymiş. Biz gittiğimizde gemi falan yoktu, sanırım artık kullanılmıyor.

Tasarımını çok beğenip burada da biraz oturduk. Kaykaycılar için özel yapım gibi duruyor ama ilginçtir hiç kaykay ya da paten kayan yoktu.
İnsanlar buraya daha çok fotoğraf çekmek ya da yürüyüş yapmak için gelmiş gibiydi. Bir de iskelenin en uç tarafına gittiğinizde görülen manzarayı görmek için belki de.
Oturmuş bu manzaraya bakıp okyanusu seyredalmışken manzaradaki kırmızı tuğlalı yeri merak ettik. Bir ambar, ya da bir otel miydi? Yoksa metrodan çıkarken aldığımız "Yokohama'ya Yapılması Gerekenler" listesindeki sanat merkezi mi? Biz Yokohama'yı sırf sahilinde dolanmak ve dondurmasından yemek için de ziyaret ederdik, ama daha çok vaktimiz vardı ve oraya da yürümeye karar verdik. Sahil o kırmızı tuğlalı yerden sonra son buluyordu.
Sahilden yine yürüyerek ulaşabildiğiniz "kırmızı tuğlalı yer"in gerçek adı da böyle bir şeymiş, sonradan öğrendik. "Yokohama Red Brick Warehouse" diye geçen mekan tahmin ettiğimiz gibi bir ambarmış. Faka daha sonradan restore edilerek içi ufak tefek zanaat ya da sanat içerikli dükkanlara çevrilmiş. İçerisi İstiklal Caddesi'ndeki küçük pasajlara benziyor. Japonya'ya has abur cuburlardan sanat okulu mezunu bir sanatçının kendi elleriyle yaptığı, plastik meyveli küpelere kadar her şey var. İçeride epey kendimizi kaybetmişiz, malesef foto yok, fakat sahil yürüyüşü bitiminde tam uğramalık hoş bir mekan.

Kırmızı tuğlalı sanat ambarımızda bir miktar para harcayıp hediyelik bir şeyler aldıktan sonra dışarı çıktık. Sakin ve ufak bir şehir olan Yokohama'da tüm sahili gezmiştik ama hala çok vaktimiz vardı ve biz henüz Tokyo'nun karmaşasına dönmeye hazır değildik. Ne yapsak diye düşünürken Cosmo Clock 21 isimli dönme dolaba binip okyanus manzarasını biraz da tepeden görelim dedik. (aşağıdaki manzarada bizim sanatsal ambarı da görebilirsiniz)

Küçük şehrin güzelliği, hala vaktimiz vardı. Yokohama'ya özel bir noodle müzesi olduğunu okuduk ve oraya da gittik. Bu arada bu dediğimiz yerlerin hepsi de yürüme mesafesinde, tekrar metroydu otobüstü hiç uğraşmadık. Neyse, malesef müze kapalıydı. Zaten biraz da küçükmüş, siz giderseniz bir uğrayın. Müzede o zamana kadar Japonya'da üretilmiş tüm noodle çeşitleri varmış. Müzeye gidemeyince dönme dolaptayken gördüğümüz luna parka gitmeye karar verdik. Tapınak gezmekten bıkmıştık ve Tokyo'ya dönmeden önce hala harcamalık birkaç saatimiz vardı. Aşağıda gördüğünüz roller coaster'a bindik. Çok güzeldi, pişman değiliz.


Burada da biraz zaman harcadıktan sonra iş çıkışına yakalanmadan Tokyo'ya dönmeye karar verdik. Tüm sahili tekrar yürümeden, direk en yakın metro istasyonuna yöneldik ve gitmeden önce bir şeyler yemek için tüm Japonya seyahatimiz boyunca hesaplı ve gerçekten doyabildiğimiz yegane mekanlardan biri olan Saizeriya'ya girdik. (burada firmanızı övüyorum sayın Saizeriya yetkilileri, reklam komisyonumu pankek ya da pizza şeklinde yollayabilirsiniz, arigatou!)





Saizeriya oldukça uygun fiyata pizza, salata gibi Asya mutfağında çok yeri olmayan ama arada bir çok canınızın çekebileceği yemekler sunuyor. İşin güzel tarafı bu yemekleri aşırı uygun fiyatla sunmasında. İtalyan işi gibi dursa da Japon'lara ait firmanın Çin'de de pek çok şubesi var, ama pizzalar ve menüler farklı. Biz de "buffalo" pizza yerken Saizeriya Yokohama şübesinin tatlı menüsünün farklı olduğunu fark ettik.

Menüde pankek vardı. Aslen Amerika'ya has bu "tatlı" neden İtalyan temalı bir Japon lokantasında menüye konmuş bilmiyoruz, ama tadı harikaydı. Asyalılar malesef tatlı işini beceremiyorlar, bu yüzden bu pankekin bu kadar lezzetli oldukça şaşırtıcı. Üstelik normalden daha kalın ve pofuduk olurmuş Japon usulü pankekler. Biz foto çekemeden her şeyi yediğimizden aşağıya temsili bir foto bırakıyorum:



Yemek de yedikten sonra metroyla 40 dakika sonra yine Tokyo'daydık. Daha metro istasyonundayken içimizi bir pişmanlık kapladı: Tokyo yine her zamanki gibi inanılmaz kalabalıktı ve daha o anda Yokohama'yı özlemiştik.